Koşulsuz sevgi ve kabul en temel yaşam becerisidir. Ve bu temel beceriyi daha çok vurgulamak ve hayata geçirmek gerekiyor. Her çocuk öncelikle hiçbir şarta ve kurala bağlı olmaksızın yalnızca var olduğu ve kendisi olduğu için sevilmek ister ve buna her şeyden çok ihtiyaç duyar. Başarısızlıklarına ve hatalarına rağmen sevildiğini ve yalnızca ‘’O’’ olduğu için kabul edildiğini bilen bir çocuk sağlıklı büyür ve öz güven duygusunu geliştirir.
‘’Sen, sen olarak iyisin, seni sevmem için başka türlü olmana gerek yok. Ben seni olduğun gibi her halinle seviyorum’’
‘’Senin nasıl olduğun, neler hissettiğin benim için önemli. Açık ol ve kendini korkusuzca ifade et. Yapmak istediklerini tüm duygularını ve düşüncelerini korkusuzca dile getir. Bu yüzden seni sevmemem mümkün değil’’
‘’Bazen sana kızabilirim, hatalar yapabilirsin, canının sıkıldığı zamanlar olabilir. Ama seni sevmemi asla engellemez.’’
‘’Elinden geldiği gibi yap. Elinden geleni yaptığında sonuç ne olura olsun, verdiğin emek ve çaba benim için çok değerlidir.’’
Böyle koşulsuz iletilerle büyüyen çocuk kendine güvenir, denemekten, hata yapmaktan korkmaz. Hata yaptığı zaman benlik duygusu zedelenmez, tekrar deneyecek güce ve isteğe sahip olur.
Çocukların davranışlarını ve özelliklerini sevgimizin nedeni olarak göstermemiz çocuklara; ‘’seni sevmem için benim istediğim gibi olmalısın’’ mesajını verir. ‘’ Seni seviyorum çünkü çok akıllısın, çünkü çok güzelsin, çünkü çok başarılısın’’ gibi iletilerin sonucunda çocuk, sevilmek için her zaman çok güzel, çok başarılı, çok akıllı olması gerektiğine karar verecek, bunun için çaba gösterecek, yetersiz kaldığında ise sevilmediğini düşünecektir.
Tabi çocuklarımıza takdir dolu iletiler göndereceğiz. Ama önemli olan, bunları ona sevgimizin nedeni olarak göstermememiz; sevgimizin tek nedeni onun var olmasıdır. Gerçek sevgi nedensiz ve koşulsuzdur. Koşulsu sevildiğini bilen bir çocuk da koşullu iletilerden zarar görmez.
Çocuklarımızı çok sevsek de, genellikle onları oldukları gibi kabullenmekte zorlanırız. Onlardan beklentilerimize ve isteklerimize uygun olarak davranmalarını isteriz; bizim yapamadıklarımızı yapmalarını, hayallerimizi gerçekleştirmelerini bekleriz. Hatta kendimizle onlar arasına bir sınır koymayız, bizim kopyamız, uzantımız olmalarını, bizimle aynı duyguları, aynı düşünceleri paylaşmalarını da isteriz. Tüm bunlar onların kendilerine özgü oluşlarını, bireyselliklerini kabul edemediğimiz gösterir.
Bizler genellikle çocuklarımızın duygularını kabul etmekte de zorlanırız ‘’ne var bunda üzülecek! Ne ayıp, erkekler ağlar mı? sulu gözlü, insan topu kayboldu diye ağlar mı? hiç insan kardeşini kıskanır mı? ne varmış korkacak bak ben korkuyor muyum?’’
Bu şekilde yaklaştığımızda çocuğun hissettiği üzüntüyü, korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı ve bu gibi duyguları reddetmiş oluruz. Ebeveynler çocuklarının bu tür olumsuz duygular yaşamalarını istemezler. Ancak çocuğun korkusunu, öfkesini yok saymak, inkar etmek ya da küçümsemek, çocuğun varlığını da reddetmek anlamına gelir. Çocuk duyulmadığını, anlaşılmadığını ve kabul edilmediğini düşünür. Daha fazla ağlar, hırçınlaşır ve sorun yaratır.
-Anne çok sıcak oldu..
-Hava soğuk kazağını çıkarma…
-Ama çok terliyorum….
-Hastalanırsın, çıkarma diyorum.
Bu anne çocuğa hissettiklerinin, ihtiyaçlarının önemli olamadığını söylemektedir.
-Anne doydum…
-Ama daha çok az yedin…
-Ama doydum…
-Anlamam, bu yemek bitecek…
Annenin gerçekte söylediği şudur; sen ne hissettiğini bilmezsin, doyup doymadığına ben karar veririm.
Bu gibi yaklaşımlarla çocuğun iletilen mesaj şudur; sen kendi algılarına, hislerine, duygularına güvenme, onlar yanlış. Benim algılarımı, hislerimi, duygularımı kabul et. Ben üşüyorsam sende üşümelisin. Doydum demen önemli değil, ben bu kadar yemekle doyamayacağını düşünüyorum.
Aynı durumla karşılaştığınızı, eşinizin ya da arkadaşlarınızın size bu şekilde davrandığını hayal edin. Bunun saygısızlık olduğunu düşünür, içerler, öfkelenir ve kendinizi küçük düşmüş hissedersiniz. Çocuklarda aynı duyguları yaşarlar. Olay sırasında hissettiklerini, yaşadıklarını anlatmaya çalışır ama engellenirler. Duyguları kabul görmez, dinlenmez ve kendilerini ifade etmelerine izin verilmezse sonuç çatışma, içerleme, öfkelenme ve anlaşılamadığını görerek içe kapanma olur.
Duyguları kabul görmeyen çocuklar zamanla bu tür duygularını göstermemeyi, hatta onları yaşamaması gerektiğini öğrenir. Olumsuz tüm duygular içe atılır, bastırılır. Erkek adam korkmaz, erkekler ağlamaz denildiğini duyan çocuk korkuyu ve üzüntüyü içine atmayı, bastırmayı, ifade etmemeyi öğrenir. Yerinde ve zamanında ifade edilemeyen korku ve üzüntü gibi temel duygular, kılık değiştirip kızgınlık olarak ortaya çıkarlar. Büyük öfkelerin altında çoğunlukla bilinçsizce duyulan ve bastırılan korkular ya da derin üzüntüler yatmaktadır.
Duyguları kabul görmediği için onları bastıran çocuk zamanla bu duygularını inkar etmeye başlar ve büyüdüğünde duygularına yabancılaşmış, onları reddeden duygusal kültlük içinde olan bir yetişkin haline gelir.
İnsanların kendilerini ifade edebilmeleri ruhsal ve fiziksel sağlıkları açısından çok önemlidir. Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi kendilerini ifade etmeyi, duygularının ve düşüncelerinin kabul görmesini, önemsenmesini ister. Ve büyükler gibi , varlıklarına saygı gösterilmesini beklerler.
Saygı, bir insanın yaşı, konumu ya da adı için gösterilen içi boş, kalıplaşmış davranışlardan ibaret değildir. Gerçek saygı; yaşı, konumu, adı ne olura olsun bir insanın bireyselliğini ve haklarını kabul etmek, ihtiyaçlarını, duygu ve düşüncelerini önemsemek ve böylelikle onun varlığını kabul etmek demektir.
Çocuklarımızı gerçek anlamda kabul edebilmek için onların varlıklarına saygı duymayı öğrenmemiz gerekir. Çocuklar saygıyı yaşayarak öğrenir ve gösterirler.
Çocukların dürüst ve adil ebeveynlere ihtiyaçları vardır. Ama çoğunlukla kabul edilen ‘’çocuklara karşı dürüst olmak o kadar da önemli değildir’’ inancı yüzünden, çocuklar ebeveynlerine duydukları güveni kaybeder ya da bu duyguyu geliştiremezler. Bu nasıl meydana gelir.
-Çocuklara verilen sözler önemli görülmeye bilir, geçiştirilir. ‘’tamam yapacağım söz’’ deriz. Ama gerisi gelmez. Verdiğimiz söz neyle ilgili olursa olsun, önemli ya da önemsiz bir eylem de olsa, sözümüzü tutmaya çalışmalıyız. Tutamayacağımızı bildiğimiz sözleri vermemeliyiz. Tekrarlanan hayal kırıklıkları onların bize olan güvenlerini kaybetmemize neden olur.
Çifte standart kullanmamalıyız. Onaylamadığımız bir davranışı biz yapmakta sakınca görmeyiz. Açıklama olarak da ‘’ben büyüğüm, yaparım, sen benimle bir değilsin’’ deriz. Bu gerçek anlamda çocuğa yapılmış bir haksızlıktır. Bu tür açıklamalar çocuğa işe yarar, gerçek bir bilgi vermez, yalnızca ebeveyninin adil olmadığını anlatır. ‘’Ama bu haksızlık!’’ Sözü çocuklar arasında çok yaygındır. Çocuk hayal kırklığı, kızgınlık, içerleme hisseder. Ebeveynine duyduğu güven sarsılır.
-Çoğunlukla olduğumuz gibi değil de olmak zorunda hissettiğimiz kişiler gibi görünmek isteriz. Büyükler her zaman en doğruyu bilirler, anne baba hep haklıdır, doğru anne babalık böyle olur gibi düşünce ve davranış kalıplarını örnek alarak çocuklarımıza ‘’en iyi bilen, en güçlü, en haklı, en doğru’’ anne babalar olarak görünmeye çalışırız. Korkmayı, üzülmeyi, bazı durumlarda yetersiz kalmayı anne baba olmaya yakıştıramadığımız için, bu tür olumsuz duygularımızı saklarız.
Çocukların her şeyi bilen, en güçlü olan, mükemmel anne babalara değil; içten, samimi, rol yapmayan, gerçek anne babalara ihtiyaçları vardır. Bazen bizimde korkabildiğimizi anlatmamız, yetersiz kalabildiğimiz durumlar olabildiğini söylememiz bizi zayıf ve güçsüz görmelerine neden olamaz. Tersine, böyle açık ve dürüst bir paylaşım bize olan güvenlerini ve saygıların güçlendirir.
Açıklık ve dürüstlük gerçek gücü gerektirir, çünkü içtenlik ve samimiyet kalbin açık olması ile ilgilidir. Gerçek güç kalpten gelir ve çocuklar bunu çok iyi anlarlar.
Çoğunlukla duygularımızı bastırmayı, inkar etmeyi öğrendiğimiz için en başta kendimize karşı ne kadar açık, ne kadar dürüst olduğumuz görmeye çalışmalıyız. Kendimize karşı dürüst olmadığımız sürece kimseye karşı dürüst olamayız.
Çocuklar büyüme süreçleri içerisinde çeşitli tutumları, davranış modellerini değişen seviyelerde denerler. Zamanla, çocukluk çağının sonlarına doğru kişilikleri belirmeye başlar. Bu olana dek onları değerlendirirken kesin kanılardan, yargılardan kaçınmak sağlıklı bir tutum olacaktır. Çocukların, her türlü sınıflandırmanın dışında yer alan varlıklar olduğunu unutmamalıyız.